EVRENİN OLUŞUMU : HESİODOS
Düşünce tarihinde felsefi düşünceye yakın olan
mitolojik açıklamalar yönünden bizi en çok ilgilendiren yunan şairi
Hesiodos’tur. M.Ö. VIII. yüzyılda yaşamış olan Hesiodos, Boitia’lı bir
çiftçiydi. Onun kim olduğu tam olarak bilinmemekle birlikte, Khalkis’te bir
şairler yarışmasını kazanmış olduğu biliniyor. Hesiodos’un evrenin oluşumuyla
ve tanrıların soyağacıyla ilgili görüşleri mitolojik kavrayışta ussal arayışın
doğuşunu göstermesi açısından önemlidir. Hesiodos’a göre başlangıçta yalnızca
Khaos yani esneyen boşluk vardı. Sonsuz ve karmaşık Khaos bir gücülükten başka
bir şey değildir, böyle olmakla kavranılamaz bir şeydir. Khaos’tan Nyks (Gece)
ve Erebos (Yer altı ya da ölülerin bulunduğu dipsiz boşluk) oluşmuştur. Nyks,
Khaos’un kızı, Erebos da oğludur, Nyks’den ve Erebos’tan Eros (Aşk) olmuştur,
onun olmasıyla düzen ve güzellik karmaşanın yerini almıştır. Eros, Ether’i
(Işık) ve Aitheros’u (Gün) oluşturmuştur. Bu arada “her şeyin sarsılmaz temeli”
Gaia (Yer) ortaya çıkmıştır. Gaia da Uranos’u (Yıldızlı gök) oluşturmuştur.
Daha sonra Gaia ve Uranos başta Okeanos olmak üzere pek çok varlığı
oluşturmuşlardır, bu varlıkların başında Kyklops ve Titan’lar gelir. Gaia’yla
Uranos’un çocukları Kronos ve Rea tanrıların başı Zeus’un ana-babasıdır.
Kyklops denilen devler alnının ortasında iri bir gözü olan yaratıklardır.
Dağlar kadar iri olan bu yaratıklardan sonra Titan’lar gelmiştir. Titan’lar da
üstün güçleri olan varlıklardır, bunlardan tanrılar oluşmuştur.
DÜŞÜNCE TARİHİ
Afşar Timuçin
Bulut Yayınları
3. Basım, 2000
Sf. 155-179
İnsanın Yaratılması
Titan İapetos'un dört oğlu olmuştu.
Bunlardan Menoitios ve Atlas; Zeus'e başkaldıran
Titan'larla beraber olduklarından cezalandırılmışlardı.
Menoitios hainliğinden ve ölçüsüz cüretinden dolayı
Erebes'e daldırılmıştı.
Atlas ise dünyanın öbür ucunda ve Hesperides'lerin
önünde omuzlarına gök kubbesini yüklenerek ayakta beklemek cezasına
çarptırılmıştı.
Diğer iki kardeş Prometheus ve Epimetheus'un kaderleri
daha farklı oldu.
Her ikiside insanın yaratılışında önemli rol
oynadılar.
Olympos tanrılarının kudretine ve kuvvetine karşılık
Prometheus'ta kurnazlık ve zeka vardı.
Titanların meşhur isyanları sırasında tarafsız
davranan bir Titan olduğu halde baş tanrı kendisine baş kaldırmadığı, tersine
saygı gösterdiği için Prometheus'u Olympos'a ölmezler arasına kabul etmişti.
Fakat kendi ırkını mahveden Zeus'a karşı içinde büyük
bir kin ve öfke olan Prometheus, tanrılarını inkar edecek, onları hiçe sayacak
ve işleyecekleri kötülüklerle en vahşi hayvanlara bile taş çıkartacak, dünyanın
başına bela olacak bir mahluk'u, insanı yaratarak intikam almaya karar verdi.
Prometheus ilk insanı çamuru göz yaşlarıyla
karıştırarak yarattı.
Buna aslanın gücünü, tavusun kibrini, tilkinin
kurnazlığını tavşan'ın ürkekliğini kattı.
Fakat insan çıplaktı, kendisini koruyacak hiç bir şeye
sahip değildi.
Doğduğu günden itibaren acıları, üzüntüleri, ve bitmek
bilmeyen ihtiyaçları başlıyordu.
İlk insanlar çiğ meyvalarla, kanlı etlerle beslenip,
elbise yerine bitkilerin yapraklarına sarılıyorlardı.
Güneşin faydalarını bilmeden kendilerini karanlık
oyuklarda saklıyorlardı.
Yarattığı mahluklara acıyan Prometheus insanları daha
iyi bir şekilde yaşatabilmek, vahşi hayvanlara karşı etkili silahlarla
koruyabilmek, toprağı sürmeye yarayacak gerekli aletleri elde edebilmek için
onlara madenleri işlemeyi ve ateşi vermeye karar verdi.
İçi baştan başa oyuk fakat yanabilir bir özle kaplı
olan Ferule "Şeytantersi ağacı" denilen ağaçtan bir dal koparıp
Lemnos adasına gitti.
Hephaistos'un (Ateş Tanrısı) alevler fışkıran ocağına
yaklaştı ve madenleri eriten kızgın ateşinden bir kıvılcım çaldı.
Elindeki sopanın özünün içine sakladı ve onu ilahi bir
armağan olarak insanlara götürdü.
O günden itibaren insanlar ateşin yardımıyla daha iyi
yaşamaya başladılar.
Yiyeceklerini pişiriyorlar, soğuk havada ısınıyorlar,
karanlık mağaralarda çıralı odunları yakarak birbirlerinin yüzlerini
görüyorlardı.
Fakat bir süre sonra nerden geldiklerini unutarak
kendilerini tanrılarla eşit tutmaya başladılar.
Zeus onların böyle şımarık davranacaklarını önceden
tahmin ettiği için onlara ateşi vermemişti.
Kendi haberi olmaksızın insanlara ateşi hediye ettiği
ve onları şımarttığı için Prometheus'a kızarak onu Kafkas dağlarının en yüksek
tepesine gönderdi ve ateşin, sanayinin tanrısı Hephaistos'tan onu yalçın
kayalara çakmasını istedi.
İlahi demirci istemeyerk Zeus'un bu emirine boyun eğdi
ve Prometheus'un kollarına ayaklarına kırılmaz zincirler geçirerek onları
sıkıca kayalara çaktı.
Prometheus'un cezası bununlada kalmadı.
Her sabah, kocaman bir kartal kanatlarını açarak
süzülüyor ve gelip Prometheus'un ciğerlerini yiyordu.
Bu vahşi hayvan sivri tırnaklarını Prometheus'un
göğsüne batırıyor ve korkunç gagası ile ciğerini didikliyordu.
Akşama kadar yediği ciğer, gece sabaha kadar tekrar
bitiyor, çoğalıyor eski haline geliyordu.
Bu işkence tam bin sene sürecekti.
Fakat otuz sene sonra Zeus Prometheus'a acıdı ve onu
affederek tekrar ölümsüzler arasına Olympos dağına aldı.
« Son Düzenleme: 12 Eylül 2007, 13:09:14
Gönderen: nonconformıst »
0
Prometheus
Olympos tanrılarının kuvvet ve kudretine karşılık
Prometheus’da kurnazlık ve zeka vardı. Titanların meşhur isyanları sırasında
tarafsızlığını muhafaza etmiş ve baş kaldırmamış bir Titan oğlu olarak Zeus’un
gözüne girmeyi başardı. Zeus onu Olympos’a ölmezler arasına aldı. Oysa o Zeus
ve arkadaşlarına karşı kalbinde kin besliyordu. Bu nedenle Tanrıları inkar
edecek, hiçe sayacak, işleyeceği kötülüklerle en vahşi hayvanlara bile taş
çıkartacak, dünyanın başına bela olacak bir mahluku insanı yaratarak dedelerinin
öcünü almayı planladı.
Prometheus’un ilk insanı su ile değil kendi gözyaşı
ile yoğurduğu balçıktan yarattığı söylenir. İnsan belki de bu yüzden tabiatın
en aciz mahlukuydu, kendisini koruyacak hiçbir şeyi yoktu. Fil gibi kuvvetli
hortumu, aslan gibi pençesi, kuş gibi kanadı, at gibi koşacak bacakları yoktu.
Daha doğuştan ıstırap ve üzüntüler yakasına yapışıyordu. İlk insanlar çiğ
meyveler ve kanlı etlerle besleniyordu, güneşsiz oyuklarda barınıyor, sürünerek
girdiği mağaralarda geceyi geçiriyorlardı. Yarattığı mahluklara acıyan
Prometheus onları vahşi hayvanlardan korumak ve toprağı sürmeye yarayacak
aletler elde etmek için madenleri işlemeyi öğretmek ve ateşi vermeyi düşündü.
İçi baştan başa oyuk fakat tutuşabilir bir özle kaplı
olan Ferule’den (Şeytantersi Ağacı) bir dal aldı ve Lemnos Adasına gitti.
Hephaistos’un (Ateş Tanrısı) alevler saçan ocağından kızgın bir kıvılcım çaldı.
Elindeki sopanın özünün içine sakladı, kendisi de bir siyah bir de beyaz atın
arasında tutunarak görünmeden kaçmayı başardı ve onu ilahi bir armağan olarak
insanlara götürdü. Derler ki o günden sonra ateş (akıl) beyaz ve siyahın
enerjisini almıştır, onunla aydınlık da yaratılır karanlık da.
O günden sonra insanlar ateşin yardımıyla daha iyi
yaşamaya başladılar. Yiyecekleri pişiriyor, soğuk havalarda ısınıyor, karanlık
mağaralarda çıralı odunları yakarak aydınlanıyorlardı. Zamanla zavallılıklarını
unutarak, kendilerini tanrılarla eşit görmeye başladılar. Zeus bunların
olacağını bildiğinden insanlığı kutsal ateşten mahrum bırakmıştı. Kendi haberi
olmadan ateşi çalan ve insanları şımartan Prometheus’a çok kızdı ve onu Kafkas
Dağlarının en yalçın tepesine gönderdi. Hephaistos’u (Yanardağların, ateşin,
sanayinin tanrısı/ Aphrodite’in eşi) çağırarak bu saygısız Titan’ı bir kayaya
çaktırdı. İlahi demirci istemeyerek de olsa Zeus’a boyun eğdi.
- Ey Prometheus dedi. Bu çekiçleri ve bu zincirleri
görüyor musun? Bunlar senin bahtsızlığını ve benim sonsuz üzüntümü
hazırlayacaklar. Seni bu vahşi kayaya çivileyeceğim.Artık sen buradan hiç insan
sesi işitmeyeceksin, teselli ve acımak sana yüzünü göstermeyecek, güneşin
kızgın ışınlarıyla kuruyarak vücut çiçeğin solacak. Çok sonra gece yıldızlı
mantosunun altında geldiğinde sen kalbinde bitmez acılar bulunan bir keder
nöbetçisi, bu korkunç yerde, hiç dinlenmeden, uyku nedir bilmeden, dizlerini
bükmeden yalnız başına kalacaksın. İniltilerini insafsız kayalardan başka duyan
olmayacak. Boş yere feryat edeceksin.
Bunları söyleyen Hephaistos bahtsız Prometheus’un
ayaklarına, kollarına kırılmaz zinciri geçirdi, sağlam kayaya çaktı. Bununla da
bitmedi. Her sabah kocaman bir kartal geliyor ve süzülüp Prometheus’un
ciğerlerini yiyordu. Sivri tırnaklarını göğsüne batırıyor, ciğerini
didikliyordu. Akşama kadar onun yediği ciğer, gece sabaha kadar tekrar eski
haline geliyor ve işkence aynen devam ediyordu. Bu işkence 30 sene sürdü, sonra
Zeus onu affetti ve ölmezler arasına aldı.
Başka bir mite göre de Prometheus heykel yapmasını bilen
bir Titan’dı. sadece bir insan değil birçok adamlar yapmış ve onlara can
vermişti. Atölyesinde kollar, bacaklar, gövdeler, kafalar, kalpler yapıp,
birbirine ekleyerek tamamladığı heykelleri raflara diziyordu. O sırada Dionysos
(Şarap Tanrısı) atölyeye geldi, çok çalıştın yoruldun, biraz dinlenip içelim
dedi. Prometheus atölyesine döndüğünde sarhoştu. Bu yüzden bazı hatalar yaptı,
küçük bir gövdeye koca bir baş, iri bir gövdeye ait olan kolları küçük bir
gövdeye taktı. Derler ki hayatta koca başların, uzun bacakların, düzensiz
vücutların sebebi de Prometheus’un sarhoş anlarıdır.
Yunanlılara göre Prometheus sadece erkekleri
yaratmıştı. Kadın o devirde mevcut değildi. İnsanların ömürleri güzel geçiyor,
neşe içinde yaşıyor, huzur içinde ölüyorlardı. Ne zamanki ateşi elde ettiler,
gururlanıp Tanrılığa soyundular. Madenleri eritip silahlar yaptılar,
birbirlerini boğazladılar, Prometheus’un verdiği seytani zekayla erdemlerini
kaybedip, kabalaştılar, bütün iyi huyları kalplerinden kovdular. Manevi bir
sefalete düştüler. Eğer Prometheus aklın sembolü olan ilahi ateşi Tanrılardan
çalıp insanlara vermeseydi, bu mahluk bu kadar sefil olmayacaktı.(Belki akla
ikna olup aşkı üzenler Tarkan’ın şarkısındaki gibi o zaman da akıl değil huzur
istemeliydiler kim bilir!) Prometheus’un kurnazlıkla çaldığı akıl onları
şımartınca Zeus yalnız erkeklerden ibaret olan bu yüzsüz ve terbiyesiz
mahlukların başına bela olarak kadını gönderdi. Zeus usta bir Tanrı olan
Hephaistos’u çağırdı ve ona kadını yaratmasını emretti. Hephaistos balçığı su
ile yoğurdu ve eşi Aphrodite’i model alarak ilk bakirenin vücudunu yaptı.
Heykel bitince onun kalbine ruh yerine Prometheus’un çaldığı ateşten bir
kıvılcım koydu. Bütün tanrı ve tanrıçalar ona bir şeyler armağan etti ve ona
Pandora (bütün armağan) ismini verdiler. Aphrodite güzellik, Hermes hıyanet ve
aldatıcı sözler, Zeus da esrarlı bir kutu armağan etti ve ona bu kutuyu asla
açmamasını söyledi. Zeus Pandora’yı Prometheus’un kardeşi Epimetheus’a hediye
olarak gönderdi. Her ne kadar Prometheus kardeşine Zeus’tan gelen hiçbir
hediyeyi kabul etmemesini söylediyse de Pandora’nın güzelliğine hayran olan
Epimetheus onu alıp insanların arasına götürdü. Pandora dünyaya gelir gelmez
sabırsızlık ve merakla “Acaba kutunun içinde ne var?” diyerek kapağını açtı.
Kutunun içinden hastalık, keder, yalan, riya, şehvet, insanların felaketini
hazırlayan ne varsa fırlayıp kuşlar gibi uçuşarak dünyaya yayıldı. Pandora
hatasını anlayıp kutuyu kapattı ama geç kalmıştı, bu arada insanları yaşatacak,
teselli edecek “ümit” de kutunun içinde kapalı kaldı. Zeus ilk kadınla birlikte
tüm fenalık ve ıstırapları da dünyaya göndermişti.
Buna rağmen Zeus’un kini sönmedi. Bir tufan çıkararak
insanları boğarak öldürmek istedi. Fakat kurnaz Prometheus bir kayık yaparak
kendi oğlu olan 1 erkek (Deukalion/ dindar insan) ve 1 dişiyi (Sofi /dişil
enerji, insanlığın ulaşabileceği son nokta, 7.mertebe/Zeus’un Meliades
perilerinden olma kızı olduğu söyleniyor.) bu kayıkta saklayıp tufandan
kurtardı. Derler ki tufandan kurtulan Deukalion Zeus’a bir kurban kesmiş, o da
kendisine yalvaran bu dindarı ve eşi olan öz kızını affetmiş ve ilk adağını
yerine getireceğini söylemiştir. Deukalion insanlığın tekrar yaratılmasını
istedi. Zeus Themis’i (adalet tanrıçası) çağırdı. Themis “başınıza birer örtü sarınız,
kemerlerinizi çözünüz ve yerden aldığınız taşları arkanıza atınız” dedi.
Deukalion’un attığı taşlar erkeklere, Sofi’nin attıkları ise kadınlara dönüştü.
Onlar 2. defa taştan yaratıldıklarından her şeye katlandılar. İşte Prometheus
ve insanlığın masalı…
Masallar ,
Evrensel ve sonsuz, yersiz yurtsuz ve
Sahiplenilemeyen,
İnandığınız sürece olan…
En cesur, en ümitli zamanlarımız değil miydi
Çocukluğumuz?
Unuttuk, uzaklaştık,
Büyüdük!
Oysa hep yanımızda değil mi?
Periler, cadılar, kurnaz tilkiler, hain kurtlar,
Şaşkın kargalar, haramiler, krallar, kraliçeler,
Prensler,prensesler…
Herkesin her şeyin masalı yok mu?
Birinin masalıdır belki aslolan yaşam da!
Biz de o masalın kahramanları…
Ancak masallara inananların bildiği gibi,
Tüm masalların ortak yönü sonucudur!
8. paragraftan itibaren ilk kadının yaratılışı
anlatılır (Pndora) ha ama direk okumak isterseniz
İLK KADININ YARATILMASI
Prometheus'un kurnazlıkla çalarak insanlara verdiği
akıl onları şımartınca Zeus o zamana kadar yalnız erkeklerden ibaret olan insan
topluluğuna ceza vermek istedi ve onlara kadını gönderdi. Zeus , oldukça
başarılı bir usta olan oğlu Hephaistos'tan kadını yaratmasını istedi.
Hephaistos babasının isteği üzerine çamuru su ile yoğurdu ve görenleri
şaşırtacak güzellikte bir kadın vücudu yarattı.
Olympos'ta oturan tanrıçaların en güzeli olan ve kendi
karısı olan Aphrodite'in vücudunu model olarak kullanmıştı. Heykel bitince onun
kalbine ruh yerine bir kıvılcım koydu. O zaman heykelin gözleri açıldı. Kolları
bacakları kıpırdamaya ve dudakları konuşmaya başladı. Onu süslemek için bütün
tanrılar ve tanrıçalar yardım ettiler. Herkes kendisinden ona bir şey armağan
etti ve ona Rumca "bütün armağan" anlamına gelen Pndora adını
taktılar. Athena ona güzel bir kemer, süslü elbiseler verdi. Letafet perileri
Kharites beyaz göğsüne parlak altın gerdanlık taktılar. Aphrodite başına
güzellikler saçtı. Güzel saçlı Horalar ilkbahar çiçekleriyle onu süslediler.
Hermes Pandora'nın kalbine, hıyanet ve aldatıcı sözler yerleştirdi. Zeus da ona
esrarlı bir kutu armağan etti ve ona dediki; Sakın verdiğim kutuyu açma,
içindeki iyi şeyler uzaklara kaçar ve onların yerine fenalıklar gelir, seni
rahatsız ederler. Bu kutuyu iyi sakla bütün insanların saadeti ve felaketi bu
kutunun açılıp açılmamasına bağlıdır. Böyle dedikten sonra baş tanrı ilk kadını
yeryüzüne indirdi ve Prometheus'un kardeşi Epimetheus'a gelin olarak gönderdi.
Prometheus kardeşine Zeus'dan hiç bir şekilde hediye kabul etmemesini tembih
ettiği halde Pandora'nın güzelliğine hayran kalan Epimetheus öğüdü tutmadı ve
onunla evlendi.
Pandora da tıpkı tüm kadınlar gibi doğuştan meraklı
olduğunda dünyaya gelir gelmez kutunun içinde ne olabileceğini düşünmeye
başladı ve Zeus'un uyarısını unutarak kutuyu açtı. Kutunun içindeki hastalık,
keder, ıstırap, yalan, riya gibi insanları rahatsız edecek ve onları felakete
sürükleyecek ne kadar kötülük varsa hepsi açılan kutudan kuşlar gibi uçuştular.
Pandora hatasını anlayarak biraz sonra kutuyu kapadı ancak kutuya kapatılan kötülüklerin
arasında, insanları yaşatacak, teselli edecek "ümit" te vardı. Fakat
ümit dışarı çıkamamış kutuda kalmıştı.. Böylece Zeus ilk kadını beraberinde
kötülüklerle dolu bir kutuyla yeryüzüne yollayarak insanlardan intikam almıştı.
0
APOLLONUN AŞKLARI DAPHNE ADINDAKİ GUZEL KIZIN DEFNE
OLUŞU
Bir gun Apollon Thessaliada, kiyilari agaclarla
golgelenen Peneus ir-magi kenarinda, guzel, genc bir kiz gordu. Bu essiz
guzelin adi Daphne idi. Artemis gibi o da lekesiz bir kiz olarak kalmaya and
icmisti. O, ormanların derinliklerinde yalniz basına dolasmaktan zevk aliyordu.
Ay isiginda, yaban hayvanlari kovalamak, avlamak, derilerinden faydalanmak onun
icin en buyuk eglence idi. Uzun saclari omuzlari ustunde dalgalanan guzel!
Daphne; erkeklerden igrenir ve bir adamin karisi olarak yasamayi aklina bile
getirmezdi. (yasak kelime kullandınız)sik babası ona; Kizim, beni torun sahibi
etmelisin; dedigi zaman, Daphne kollariyla ihtiyar babasinin boynuna sariliyor
ve ona soyle karsilik veriyordu:
Ey, dunyaya gelmeme sebeb olan sevgili babacigim,
kadınlık gorevlerini bilmeden ve birisinin karisi olmadan, bagimsiz olarak
yaşamama musaade et...
işte bu hos kizin guzel saclari, alev sacan gozleri,
mutenasip endami, Apollonun kalbinde arzular uyandirdi. Bir gn yalniz basina
ormanda dolasan bu bakireye rastlayinca onunla konusmak istedi, fakat cok guzel
ve genc delikanlı olan Apollonu, Daphne karsisinda gorur gormez sirtini ona
cevirdi ve bir ruzgar gibi, ggn boslugunda hizla kayarak ayin yuvarlak ve
yaldizli cehresini tulleyen bulutlar gibi kosmaya basladi. Fakat Tanri onun
pesini bırakmadi. Hem kosuyor hem de ona soyle bagiriyordu: Daphne, yalvaririm
sana dur, benden sana zarar gelmez. Ben senin dusmanin degilim, dur peri, dur;
beni pesinden kosturan yalniz sevgimdir; lutfen, hizini biraz yavaslat, hic
olmazsa, arkandan-kosanın kim oldugunu gren. Arkandan kosan ne yaban bir dagli;
ne de dik yamaclarda kecilerini otlatan kaba bir cobandir. Ben Isık Tanrisiyim.
Benim babam butun Tan rilarin buyugu olan Zeusdur.
Bana insanlarin mazisini, halini, uzuntulerle dolu
Istikballerini okuyan ve her seyi bilen, her seye hayat veren Tanri Apollon
derler O, boyle soylyordu. Fakat bu takipten korkan Daphne ucuyorumus gibi
kosuyordu. Ruzgarin nefesi robunun ince kıvrımlarını havaya kaldiriyor, kokulu
saclarini ensesi ustunde dalgalandiriyordu. O kosarken daha hos bir hal aliyor,
bakir guzelligi daha cok beliriyordu. Apollon bu periyi muhakkak yakalamak
arzusunda idi. Askinin kudreti ona kanad vermiş gibi idi. O, adeta ucuyordu.
Simdi, onu yakalamak uzere idi, Daphnenin havada ucan saclarini sicak nefesi
oksamaya baslamisti. Kuvvetinin azaldığını, bu hizli ve surekli kosudan
yoruldugunu hisseden guzel peri birden bire durdu ve ayagi ile topraği
kazıyarak soyle bagirdi: Ey, toprak ana, beni ort, beni sakla, beni kurtar. Bu
yurekten kopan yalvaris biter bitmez o agirlasan uzuvlarinin odunlastigini
hissetti. Gri renkginde bir kabuk, olgun gogsunu kapladı. Kokulu sacları
yapraklara cevrildi. Kollan dallar halinde uzadi. Nazik ve kucuk ayaklan kok
olup topragin derinliklerine daldilar. Bası İse buyuk bir agacin tepesi oldu.
Sasirmis bir halde Apollon, peri kizini kucaklamak isterken bir defne agacim
govdesine carptı. Fakat agaca sarilarak sert kabuklarin altinda henuz olmemis
olan Daphnenin kalbinin heyecanli heyecanli carptigini duydu. Daphne, dedi.
Bundan sonra sen Apollonun kutsal agaci olacaksin, senin solmayan ve dokulmeyen
yapraklarin benim saclarımın celengi olacak. Ve degerli kahramanlar,
muharipler, unlu sairler, buyuk isler basaranlar, hep senin yapraklarınla
magrur alinlarini susleyecekler. Apollon bunları soyleyince defne ağacı onun
lutfuna teşekkur etmek icin dallarını yavaşa salladı ve başını hurmetle eğdi.
Maden ve sert yapraklari bulunan defne agacının, vaktiyle guzel bir peri kizi
olduğunu dusunelim. Onun saclarının guzel kokusunu defnenin yapraklarından
koklayalım, fakat Daphnenin dogan gunesin nnden kacan guler yuzlu, genc Safak
oldugunu da unutmayalim. Her sabah parlak gunes onu yakalamak icin kosar fakat
pembe yanakli, utangac Safak, yakalanmak istemez kacar. Gunes onu, isiklariyla
kucaklamak uzere iken o birdenbire gunesin onunde kaybolur..
Artemis ve Büyük Aşkı Orion
Artemis günün birinde uzun boylu iri yapılı fakat çok
yakışıklı bir avcı olan Orion'u görerek ona aşık oldu. Öyleki bir zamanlar
kendi kendine aldığı evlenmeme kararını bile unutup bu yakışıklı avcı ile
evlenmek istedi. Fakat Apollon kızkardeşinin bu dev cüsseli mahlukla
evlenmesini uygun bulmuyordu. Kız kardeşini vaz geçirmek iin çok uğraştı ancak
Artemis onu dinlemedi. Kardeşinin Orion'a duyduğu sevginin ne kadar büyük
olduğunu görüncede bunu kıskanmaya başladı. Ne söylerse söylesin kardeşi
Artemis'I vaz geçiremeyeceğini anlayınca hileye başvurarak Orion'u ortadan
kaldırmaya karar verdi.
Birgün Orion denize girmiş yüzüyordu. Kıyıdan okadar
uzaklaşmıştı ki, başı kara küçük bir nokta gibi görünüyordu. Apollon
kızkardeşini yanına çağırdı, uzaktan görünen kara noktayı ona göstererek
"Oraya kadar okunu gönderebilirmisin" dedi. Artemis heyecanla yayını
hazırlarken o kara noktanın sevdiği erkeğin kafası olabileceğinin nerden
bilecekti ki. Yayını çekti ve ok fırladı. Çok iyi nişancı olan Artemis'in oku
tam hedefi vurmuştu ve Artemis bilmeden sevdiği erkeği başından vurmuştu. Bu
ölüm onu çok üzdü günlerce bulutların ardına gizlendi gök yüzünde dolaşmaz
geceleri yeryüzünü aydınlatmaz oldu. Sonunda bir gün babasının yanına giderek
ondan Orion'u bir takım yılz olarak gök yüzüne çıkarmasını istedi. Zeus ta
kızının bu arzusunu yerine getirdi.
Kral Midas - Tuttuğun Altın Olsun Efsanesi
Sanat. Eğlence ve şarap Tanrısı Dionysos ve alayı
Frigya yaylarında oradan oraya dolaşırken, yaşlı Silenos, yorulur bir ağaç
gölgesinde uyuyakalır. Bulanlar alay edip aşağılayarak Kral Midas'a getirirler.
Midas, Silenos'u on gün krallar gibi ağırlar ve Dionysos'a götürür. Tanrı çok
memnun olur ve Midas'a " dile benden ne dilersen " der.
Midas; "Her tuttuğum altın olsun"
Midas'ın her tuttuğu hakikaten altın olur. Kral mutlu
ve çok sevinçlidir. Akşam olur,
büyük bir iştahla sofraya oturur. Evet her tuttuğu
altın olmaktadır. Ekmeği, yemeği hatta sevmek için sarıldığı güzel kızı'da.
Kral pişman olur ve isteğinin yanlışlığını anlar.
Tanrıdan, dileğini geri almasını ister. Yoksa açlıktan
öylecektir.
Tanrı. Paktolos* ırmağında yıkanmasını söyler.
Midas, Paktolos Irmağında yıkanır, dileğinden
kurtulur, ırmağın kumları altın olur.
Irmağın kıyısında yer alan SARDES kenti, ırmaktan
topladığı altınla zengin olur. Dünyada ki ilk parayı basarlar. "Karun gibi
zengin" sözü. SARDES Kralı Kraisos için söylenmiştir.
Bilgi:
DIONYSOS Üzüm. Şarap, eğlence, sanat Tanrısı, Antik
tiyatrolarda, Dionysos Sunağı bulunurdu. Önce bu sunağa adaklar sunulur sonra
gösteriye geçilirdi.
DİONYSOS, çocukluğunda Silenos'un himayesinde büyüdüğü
için, ona çok değer verirdi.
DIONYSOS, Çoğu kez genç ve güzel bir delikanlı olarak
gösterilir.
Dionysos Alayı; Geceleri dağarda meşalelerle ve dans
ederek dolaşırlar. Bir sevinç fırtınası koparırlardı.
SİLENOS, İhtiyar ama akıllı ve müzik ustasıdır.
SİLENOS, Yaşlanmış Satyr'lere verilen genel bir
isimdir.
PAKTOLOS Irmağı, Gediz Nehri
SARDES Kenti; Salihli!ye bağlı sart köyünde
Kaynakça;
Ovidius, Fasti
Livius, XXIX
Herodotos, History
Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü
Halikarnas Balıkçısı, Deneme Kitaplarından
Ali GÜNEYGÜL, Özel Araştırmaları
Lykaon ve Kallisto
Zeus'un bir gün yolu Arkadia'ya düştü. Arkadia kralı
Lykaon kan dökücülüğü ve acımasılığı ile tanınırmış, kendisine misafir olanları
yakalatıp öldürmeyi eğlence haline getirmiş bir kralmış. Zeus bu insafsız
kralın sarayına geldiğinde kim olduğuu açıklamamış. Lykaon Zeus'u denemek için
daha önceden öldürttüğü bir yolcunun etinden hazırlattığı yemeği baş tanrının
önüne koymuş. Zeus bunun üzerine yıldırımıyla sarayı yakıp kül etmiş ve
Lykaon'u da kurta çevirmiş.
Lykaon'un kızı Kallisto ise Artemis'in yakın arkadaşı
olan bir periydi. Tanrıça ile birlikte ava çıkar ona yoldaşlık ederdi. O da
tıpkı Artemis gibi evlenmemeye ve bir erkekle birlikte olmamaya yeminliydi.
Ancak Zeus bu güzel periyi görür görmez ona gönül verdi ve bir gün Kallisto ağaçların
altında dinlenirken Artemis'inkılığına girerek yanına yaklaştı. Kallisto
baştanrıyı Artemis sandığında ondan çekinmedi fakat hatasını anladığı zaman iş
işten geçmişti. Hamileliğini gizlemek için büyük çaba harcadı ancak bir gün
arkadaşları ile birlikte gölde yıkanırlarken Artemis peri kızın hamile olduğunu
fark etti. Zeus sevdiği kızı Artemis'in öfkesinden korumak için Kallisto'yu bir
ayıya çevirdi ama bu bile onu Artemis'in öfkesinden korumaya yetmedi. Artemis
okları ile onu delik deşik etti. Kallisto ölmeden az önce Arkas adında bir
erkek çocuk dünyaya getirdi. Bu çocuk daha sonra Arkadia'ların babası oldu.
Kallisto ise öldükten sonra Zeus tarafında gök yüzüne alındı ve kutup yıldıına
'Büyük Ayıya' çevirildi.
« Son Düzenleme: 09 Eylül 2007, 20:55:13
Gönderen: nonconformıst »
0
Çanakkale Boğazıyla İlgili Efsaneler
Efsaneye göre Denizlerin efendisi olan Poseidon,
Çanakkale Boğazı'nı karaların arasına girerek ve toprakları ikiye böylerek
açmıştı.
Yunanistan'ın Thebai kentinin kralı Anthamas ile güzel
karısı Nephele'nin Phriksos adında bir erkek ve Helle adında bir kız çocuğu
vardı. Ancak kral bir süre sonra karısından bıkarak ikinci bir kadınla evlenir.
Anthamas'ın ilk karısını ve çocuklarını kıskanan kadın kahinleri etkileyerek, O
sırada sürmekte olan kıtlığın giderilmesi için iki çocuğun kurban edilmesi
gerektiğini söyletir. Kurban töreni sırasında Nephele (kelime anlamı bulut)
ikisini de bir buluta sararak kaçırır.Çocukları kanatlı ve altın bir posta
bindirerek Karadeniz'e yollar. Ancak Çanakkale Boğazı'nı geçerlerken büyük bir
fırtına kopar ve Helle denize düşerek boğulur. Ondan sonra da buraya Helle'nin
denizi anlamına gelen Hellespontos adı verilir. Herodot tarihinde Helle'nin
mezarının Kardiya (Bolayır)'da olduğu belirtilmektedir. Phriksos Karadeniz'de
Kolktis'e (Gürcistan) vardıktan sonra koçu Zeus'a kurban eder.
Dardanel Boğazı'nın efsanesi ise şöyledir; Okeanos'la
Tethy'in venmelerinden Elektra adlı güzel bir kız doğmuştur. Kıza aşık olan
Zeus, Elektra'yla zorla sevişir ve Elektra Dardonos adında bir erkek çocuk
doğurur. Daha sonra Çanakkale'ye gelen Dardanos kralın kızıyla evlenerek
Dardania adlı bir kent kurar. Çanakkale Boğazı'nın adı da Dardanos'tan Dardanel
olur.
Dardanos'un oğlu Tros, bu bölgeye Troad, halkına da
Troyalı adını verir. Onun oğlu İlus da kente kenti adını koyar ve kent ondan
sonra İlium olarak tanınır.
Hera, Zeus'un diğer sevgilileri gibi Elektra'nın da
farkına varmış, Elektra'dan doğacak Zeus soyunu lanetlemiştir. Gerçekten de bu
lanet tutar ve Troya yerle bir olur.
Çanakkale ile ilgili bir başka efsane de Hero ile
Leandros öyküsüdür. Bir zamanlar Çanakkale'nin Anadolu kıyısında, Nara
kıyısında Abydos olarak anılan çok eski bir kent varmış. Abydos'un karşı
kıyısında, Trakya tarafında Miletoslular tarafından kurulan Sestos adında bir
kent daha varmış. Bu iki kent arası Boğaz'ın en dar yeriymiş. Sestos'ta
Aphrodite'nin öylen sevgilisi Adonis için her yıl şenlikler düzenlenirmiş.Bu
törenlerden biri sırasında Abydos kralının oğlu Leandros, Aphrodite'nin
rahibesi Sestoslu güzel Hero'ya aşık olmuş.Ancak nevar ki Hero da ona aşık
olmasına rağmen rahibe olduğu için evlenmemişler.Bu iki sevgilinin birbirlerini
görmelerini engelleyemiş.Leandros her gece Marmara'nın bembeyaz köpükleri
üzerine binerek karşı kıyıya, sevglisini görmeye gidermiş. Efsaneye göre Hero
da her gece bir kuleye çıkarak, elinde tuttuğu meşaleyle, denizde yüzmekte
olduğu sevgiisine yol gösterirmiş. Hero zaman zaman çok korkmasına rağmen ona
gelme diyemez, en azgın fırtınalarda bile meşaleyi yanına çağırırmış. Bir gece
denizde korkunç bir fırtına patlamış ve Hero'nun meşalesini söndürmüştü. Yolun
yarısındayken ışık sönünce nereye yüzeceğini bilemeyen Leandros sonunda
dalgalara yenik düşüp boğuldu. Cesedi sabahleyin Sestos kıyılarına vurdu. Hero
da sevgilisinin ölüsünü görünce kendisini kuleden atarak canına kıydı.
Medusa ; Yunan mitolojisinde yeraltı dünyasının dişi
canavarı olan üç Gorgona’ dan biridir. Bu üç kız kardeşten yalnızca yilan saçlı
Medusa ölümlüdür ve kendisine bakanları taşa çevirme güçüne sahiptir. Bu
sebeple Antik dönemde büyük yapıları ve özel yerleri kötülüklerden korumak için
Medusa kabartmaları ve resimleri kullanılmıştır.
Medusa, yaşamına çok güzel bir genç kız olarak
başlamıştır. O kadar güzeldir ki tanrıçaların kıskançlığını üzerinde toplamış,
tanrıları da peşinde koşturmuştur. Tanrıça Athena ( Zeus’un en çok sevdiği
kızı) onu çok kıskanmaktadır özellikle. Denizlerin tanrısı Poseidon ise
Medusa’ya hayrandır. Başı öylesine dönmüştür ki bir gün Athena’nın tapınağında
Medusa’ya zorla sahip olur.
Bu durumu kendisi için aşağılayıcı bulan Athena,
Medusa’yı gorgon yaparak cezalandırır. Çok çirkinleşmiş, saçları yılana
dönüşmüştür, yüzüne bakanlar taş kesilmektedir. Medusa insan olduğu için
ölümlüdür. Gorgon yapma cezasını az bulur Athena ve Perseus’la iş birliği
yaparak Medusa’nın başını kestirir. Başı kesildiği anda Medusa’nın Poseidon’dan
olma çocukları Pegasus ve Chrysar gövdesinden dışarı fırlarlar. Medusa’dan
sıçrayan kan damlaları Libya çöllerine düşer ve birer yılana dönüşürler.
Perseus, Medusa’nın kesik kafasını alır gider. Athena
ise Medusa’nın derisini yüzüp Aegis’in markası yapar. İki damla kanını kral
Erichthonius’a hediye eder. Bu iki damla kandan biri öldürücü zehirdir,diğeri
ise panzehirdir, tüm hastalıklara deva olmaktadır.
0

Narcissus
Irmak tanrısı cephisus ile mavi peri leiriope'nin
biricik, güzel oğlu narcissus... falcının kehanetine göre eğer kendi
görüntüsünü görmezse ya da efsanenin bir başka anlatımına göre kendini tanıma
imkanı bulmazsa upuzun bir ömrü olacaktır. Çok güzel bir bebektir narcissus ve
büyüdükçe çok yakışıklı bir erkek olur. Onu gören tüm kadınlar,kızlar aşık
olur. Çevresi kırık kalpli aşıklarla dolar kısa zamanda. Kendinden o kadar
emindir ki kimseyi kendine layık görmez,beğenmez.ona aşık olanları beğenmez,
küçük görür .
Narcissus'a aşıklardan biri de güzel nymphe echo'dur.
Narcissus, echo'yu da reddeder. Echo da aşkının karşılıksız kalmasının verdiği
acıya dayanamayacak hale gelir ve intikam tanrıçası nemesis'ten yardım ister.
Ve tanrıça nemesis, narcissus'tan intikam alır. Onu asla aşkı tadamayacağı,
karşılığını göremeyeceği biçimde aşık ederek.
Sıcak bir yaz günü gümüş gibi parlak, duru bir
ırmaktan su içerken narcissus suda çok güzel birini görür. Hayatında gördüğü en
güzel şeye aşık olur. İlk görüşte aşktır narcissus'un yaşadığı ve hayatında ilk
kez aşık olmuştur, kendi görüntüsüne.
Narcissus öyle aşık olmuştur ki sudaki görüntüye, o
andan sonra artık ne su içebilir ne de başka birşey yapmak için oradan
ayrılabilir. Günden güne erir aşkının verdiği acı ile, sudaki görüntüyü
seyrederek ömrünün kalanını tüketir. Yıllar sonra orada ölür narcissus.
Suların, ormanların nympheleri ona ağladılar..
ekho'nun sesi nymphelerin ağlayıp sızlamalarını hep tekrarladı.. ama yakılacağı
odun yığını hazırlanırken bedeni kayboldu.. onun yerine kalbi, tam ortası,
beyaz taçyapraklarla çevrili safran sarısı bir çiçek vardı.."
Söylendiğine göre, ölüler ülkesinde de narkissos,
ülkenin girişinde akan stiks nehrinin sularında hala kendi görüntüsünü
izlemekteymiş..geride kalan mezarındaki çiçek ise, adından türeyip gelen ve
türkçesi ile nergis olarak anılan çiçektir..
Psyche
Psyche, bir kralın üç kızından biriydi; fakat o
kardeşlerinden farklı olarak o kadar büyüleyici bir güzelliğe sahipti ki herkes
Afrodit’i bırakmış, ona tapınmaya başlamıştı. Afrodit tapınağının sunakları
artık bomboştu ve herkes hediyelerini Psyche’ye götürüyordu. Bu durumdan aşk
tanrıçası Afrodit küplere biniyor, kıskançlığından çatlıyordu. İntikam almak
için iş başa düşünce oğlu Eros’a gitti ve onun için Psyche’ye cezasını
vermesini istedi.
Halk, Psyche’ye taparken babası ve Psyche bu durumdan
hoşnut değillerdi, çünkü Psyche artık aşık olmak ve evlenmek istiyordu, fakat
kimse bir kralın kızı olan bu büyüleyici kadına yaklaşmaya cesaret edemiyordu..
Halkın gözünde Psyche artık tanrıçalaştırılmıştı. Bu duruma üzülen kral,
ailesini alıp geleceği sormak için bir kahine gitti. Kahin, Psyche’nin
mutluluğu için onu alıp bir dağın tepesine çıkmaları gerektiğini, ordaki
uçurumun kenarında bekleyen Psyche’yi dev bir kara yılanın gelip alacağını ve
kocasına götüreceğini söyledi. Önce bu duruma çok üzülseler de başka çözümleri
olmadığını anlayan aile, kızlarını uçurumun kenarına götürdüler ve o sırada
pamuk gibi beyaz bir bulut geldi, Psyche’yi içine aldı ve kız derin, yumuşak ve
ılık bir uykuya daldı. Bulut onu çok uzakta bir sırça saraya götürdü. Psyche
gözlerini açtığında etrafında onun hizmetkarları olacak melekler vardı.
Hizmetkarları Psyche’nin bir dediğini iki
yapmıyorlardı ve Psyche günlerini sadece gece odası kapkaranlıkken gelen
kocasını bekleyerek geçiriyordu. Eşinin Psyche’den sevgisi karşılığında tek istediği,
onun yüzünü görmeye çalışmaması ve ona sonsuz güvenmesiydi. Psyche de bu
durumdan memnundu, çünkü kocası da çevresindeki diğerleri de her istediğini
yapıyorlar, onu çok seviyorlardı.
Gel zaman git zaman, Psyche mutsuz olmaya başladı,
çünkü kocası onu bu altın kafeste mutlu etse de ailesini özlüyordu, onları
görmek için çıldırıyordu. Bir gün kocasına bu isteğinden bahsetti, kocasıysa
bir şartla gidip onları görebileceğini söyledi; Psyche’den bir şey yapmasını
isterlerse onu yapmayacaktı... Psyche’nin isteği karşılığında bu, çok kolay bir
şarttı..
Ailesinin yanına gittiğinde hepsi onu özlemle
karşıladılar. Hepsi birbirini çok özlemişti, onu çok merak etmişlerdi, bir sürü
sorular soruyorlardı ve duyduklarıyla dehşete düşüyorlardı. Psyche, kocasını sadece
geceleri yanında bulduğunu ve asla yüzünü göremediğini ama çok iyi kalpli bir
insan olduğunu ve onu çok sevdiğini anlatınca kızkardeşleri kıskançlıktan
çatlarken, gayet fesatça bir fikir ürettiler; belki de Psyche’nin kocası
gerçekleri saklamaya çalışan bir canavardı ya da o kadar çirkindi ki bundan çok
utanıyordu... Fesatça fikirlerinin ardından, Psyche’nin kafasını bir sürü
sorularla doldurdular, ve ona bir gece kocası uyurken bir hançer alıp mum
ışığında bakmasını söylediler.
Psyche eve döndüğünde aklını bu sorular kemiriyordu ve
akşam merakına yenik düştü, kocası uyumuşken eline bir mum, bir de canavarsa ve
uyanıp saldırırsa diye hançer alıp kocasının yüzüne doğru eğildi. Güllerle
kaplı bir yatakta yatan dünyanın en yakışıklı, en mükemmel erkeğini, kocaman
beyaz kanatlarını ve yanında duran bir okla yayları gördü. Kocası aşk tanrısı,
Eros’tu. Psyche adeta büyülenmişti ve kocasına bir kez daha aşık olmuştu.
Bakarken, elindeki mumu unuttu, ve dalgınlığından mumdan kızgın bir damla
Eros’un kanatlarına damladı. Damlanın verdiği sıcaklıkla uyanan Eros, ondan
istediği tek şeyi de yapmayan Psyche’yi görünce hayalkırıklığına uğradı ve
pencereden uçarak onu terk etti.
Psyche ne yapacağını şaşırdı, teker teker tüm
tanrılara gidip Eros’u ona geri dönmesi için ikna etmelerine yalvardı, fakat
Eros Olimpos Dağı’nın tepesinden Psyche’yi sadece seyrediyordu, onu hala çok
seviyordu fakat yaşattığı hayalkırıklığını unutamıyordu. Psyche, son şansı
olarak kendisinden nefret ettiğini bildiği Afrodit’e yalvarmaya gitti. Afrodit
ise onu soğuk ve düşmanca bir gülümseyişle karşıladı, ve onun iyi bir eş olup
olamayacağını test edeceğini söyledi(kaynana). Psyche’ye yapmadığını bırakmadı,
önce bir sürü tahılın içinden tane buğdayları ayırttı (neyse ki karıncalar
yardımına koştu), sonra da gidip altın koyunların tüylerini kırpmasını istedi
(bu vahşi koyunları kırpması ve yünlerini eğirmesi için çoban yardımcı oldu ve
öğlen hepsini kavalıyla uyuttu), son olarak da Hades’in karısı Persephone’den
büyülü makyaj kutusunu almasını ama ne olursa olsun kutunun içine bakmamasını
söyledi. Malesef Psyche bir kez daha merakının gazabına uğradı ve zor da olsa
alabildiği kutunun içini açıp baktı, kutunun içindeyse gözle görülebilir bir
şey yoktu; sadece ölüm uykusu...
Psyche orada uyuyakaldı ve nefes alışı durdu. Bunu
gören Zeus daha fazla dayanamadı, Eros’u yanına çağırdı ve buna bir son
vermesini, artık onu affetmesini söyledi. Eros, gidip Psyche’yi alıp Olimpos
Dağı’na getirdi. Zeus’un önünde Psyche’ye önce ambrosia içirip ölümsüzlüğe kavuşturdular,
sonra da Psyche ile Eros evlendi. Tanrı ve tanrıçaların arasında sonsuza dek
mutlu yaşadılar
« Son Düzenleme: 10 Eylül 2007, 14:49:46
Gönderen: nonconformıst »
0
Sinopun mitolojisi
Hitit yazılarına göre, adını Sinova isimli Amazon
kraliçesinden alan Sinop, Karadeniz'in en kuzey noktasında, aynı isimle anılan
yarımada üzerine kurulmuş. Dikkat çeken coğrafi konumu nedeniyle iki büyük
doğal limanıyla önem kazanmış. Pontus Krallığı, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı
çağlarını yaşamış. Fatih Sultan Mehmet 1461 yılında Trabzon Rum
İmparatorluğu'nu kaldırmak üzere sefere çıktığında, Sinop'u savaşsız ele
geçirmiş. Sinop, Osmanlılar'ın elinde önemli bir liman ve tersane olarak
yaşamış. 1571 İnebahtı bozgununda kaybedilen gemilerin yerine, bu tersanede
gemiler inşa edilmiş. Yalnız Kıbrıs seferi için Sinop'ta 72 gemi yapılmış ve
sefere çıkarılmış. Sinop'un mitolojik hikayesi de oldukça ilginç. Sinope, ırmak
tanrısı Osopos'un güzeller güzeli kızıymış ve mutlu bir hayat yaşarmış.
Tanrılar tanrısı Zeus, Sinope'yi görür görmez aşık olmuş. Zeus gönlünü
kaptırdığı kızı elde etmek için yapmadığını bırakmamış. Sinope sonunda Zeus'un
aşkına karşılık vereceğini, ancak kendisine dokunmamasını söylemiş. Zeus sözüne
sadık kalmış ve Sinope'yi en sevdiği yerlerden biri olan Karadeniz'in cennete
benzeyen bu yemyeşil yarımadasına bırakmış. İşte Sinop, adını mitolojik güzel
Sinope'den alıyor. "Gölge etme, başka ihsan istemem!.." Bu sözüyle
tanıdığımız ünlü filozof Diyojen (Diogenes) M.Ö. 413'te bu kentte doğmuş.
Babasının kalp para bastığını ve servetini bu yoldan kazandığını öğrendiğinde
yurdundan kaçarak Korinthos'a, daha sonra da Atina'ya gitmiş. Her türlü
gösterişten uzak, yaz, kış fıçı içinde yaşayan; tüm eşyası bir asa, bir torba
ve bir çanak olan filozof Diyojen; en büyük erdemin doğaya uygun yaşamak
olduğunu, böylece insanda tutku, ölçüsüzlük, gösteriş ve kendini beğenmişliğin
olamayacağını savunmuş. Diyojen "Bilgi, ruhun olgunlaşmasını sağlar"
derken, gündüz gözüyle elinde fenerle dolaştığını görüp soranlara verdiği
cevap, "İnsan arıyorum" olmuş.
Hint mitolojisinde aşk
Çok ama çok eski zamanlarda 60 kızı olan Dakşina
adında bir adam yaşarmış. Bu adamın en büyük derdi evlilik çağına gelmiş olan
bu kızlarını evlendirmekmiş. Ancak kızlardan 27'si birbirlerine o kadar
bağlıymışlar ki, hiç ayrılmak istemezlermiş. Bu 27 gelin adayı kız
evlendikleri zaman bile ayrılmamaya karar vermişler.
Hint mitolojisinde planetlere kişilik özellikleri
verildiğini biliyoruz. Ay planeti de 27 kızla beraber evlenmek üzere damat
adayı olmuş. Kızlar babalarının seçiminden çok hoşnutmuşlar, çünkü Ay çok güzel
görünüşlüymüş. Düğünden sonra Ay, kızların en güzeli olan Rohini'yle daha
çok ilgilenir olmuş ve diğer 26 gelini ihmal etmeye başlamış. Baba Dakşina bu
işe çok kızmış, ama Ay'ı ikna çabaları sonuç vermemiş.
Bunun üzerine Dakşina Ay'ı lanetlemeye karar vermiş.
Bu lanet sonucu Ay hergün başka bir gelinle ilgilenmeye başlamış. Bu durum Ay'ı
o kadar yorumuş ki, her gün ışığını biraz daha kaybetmeye başlamış. 27. gün ise
hiç ışığı kalmamış. Tabi bu durumdan gelinler hiç hoşlanmamışlar, ama
yapılan laneti geri almak imkansızmış. Baba Dakşina kızlarının gönlünü şu
şekilde alabilmiş; Ay 14 gün boyunca ışığını kaybedecekmiş, ama daha sonraki 14
günde ışığını tekrar kazanmaya başlayacakmış.
Bu öykünün sonunda Ay 27,5 günde burçlar kuşağını
ışığını 14 gün azaltarak sonra da 14 gün tekrar kazanarak dolaşmaya başlamış.
Böylece ayın fazları dediğimiz durum oluşmuş. 27 gelin ise Hint Astrolojisinde
"nakşatra"lar dediğimiz takım yıldızlarını meydana getirmiş.
Rohini dediğimiz takım yıldızı astrolojide en güzel
nakşatrayı temsil eder. Nakşatraların her biri burçlar kuşağında 13° 20'
derecelik bir dilime karşılık gelirler ve detaylı analizlerde kullanılırlar.
Bir kişinin yıldız haritasında Ay'ın hangi nakşatrada olduğu o kişiyle ilgili
bize ayrıntılı bilgiler verir.
Daha önce ki yazılarımızda bahsettiğimiz hayat
devreleri ya da Vimsottari Dasa sistemi de yıldız haritamızda Ay'ın bulunduğu
nakşatraya göre şekillenir. Vimsottari Dasa konusunu başka bir yazıda detaylı
işlemek istiyoruz.
Nakşatraların kullanıldığı başka önemli bir konu ise
ise, çiftler arasındaki uyum hesaplarıdır. İki kişinin Ay'larının bulunduğu
nakşatraların arasındaki uyuma göre o kişilerin anlaşıp anlaşamayacağı
belirlenebilir.
Nakşatralardan herhangi bir olay için en iyi başlama
zamanını belirlemekte de faydalanılır. Yani Ay’ın hangi nakşatrada
olduğunu bilirsek, o günün başlanacak herhangi bir olay için uygun olup olmadığını
anlayabiliriz. Bu konu Hint Astrolojisinin önemli dallarından biri olup Muhurta
olarak anılmaktadır.
Haritanızdaki Ay'ın sürekli ışık vermesi dileğiyle.
0
ÜÇ GÜZELLER MASALI (İLK GÜZELLİK YARIŞMASI)
Peleus’la Thetis’in Olympos’ta kutlanan bir düğününe
Fesatlık Tanrıçası Eris davet edilmemiş… fesatlık bu ya boş durur mu, düğüne
davetsiz gelip masanın ortasına altın bir elma atıvermiş, elmanın üzerinde “en
güzele” yazıyorumuş. Bütün kadınlar elma benim, bana yakışır diyerek elmayı
sahiplenmeye kalkmışlar, bunun üzerine en güzeli Tanrılar Tanrısı Zeus seçsin
denmiş, ama Zeus elmayı karısı Tanrıça Hera’ya verse diğer Tanrıçalar kıyameti
koparacaklar, başka Tanrıçalara verse bu sefer de karısı ortalığı kaldıracak,
Zeus bu işi başından savmak için Kaz Dağlarının yakışıklı çobanı Paris’i elmayı
en güzele vermesi için görevlendirmiş. Bu karmaşadan sonra ortada en güzelim
diye üç Tanrıça kalmış. Zeus’un karısı Hera, Akıl Tanrıçası Atena, Güzellik ve
Sevgi Tanrıçası Venüs. Bu üç Tanrıça, yakışıklı çobanın karşısına çıkmışlar.
Çobanın elinde “en güzele” diye yazan altın elma, karşısında yürekleri
heyecandan çarpan üç Tanrıça…
Tanrıçalar başlamışlar akıllarına gelen vaatlerle
çobanı etki altına almaya. Atena; ün, şan vaat etmiş, Hera; zenginlik ve
kuvvet. Venüs ise, dünyanın en güzel kızını vaat etmiş. Atena ve Hera en güzel
elbiselerini giyip, en süslü mücevherlerini takmışlar, oysa güzellik örtü
istemez, güzellik onun örtüsü diyen Venüs bunların hiçbirini yapmamış. Paris’in
altın elmayı tutan eli kımıldamış… herkes heyecan içinde ve el geniş bir kavis
çizerek Venüs’e doğru uzanmış. Paris üzerinde “en güzele” yazan altın elmayı Venüs’e
vermiş…
PARİS DEDİKLERİ
Paris, öbür adıyla Aleksandros, Troya kralı Priamos’la
karısı Hekabe’nin en küçük oğlu. Kraliçe onu doğurmadan birkaç gün önce
uykusunda bir düş görmüş: karnından çıkan bir alev Troya surlarını sarıyor,
bütün şehri yangına veriyorumuş. Falcılar bu düşü kötüye yorumlamışlar, doğacak
olan çocuk şehri yıkıma götürecek demişler. Bebek doğunca da Priamos onu İda
dağına bırakmak üzere bir uşağına vermiş. Uşak Paris’i dağa bırakmış , vahşi
hayvanlar hakkından gelir diye düşünmüş. Ama öyle olmamış, bir dişi ayı gelip
bebeği emzirmiş. Bir süre bu böyle gitmiş, sonra çocuğu Agelaos adındaki bir
çoban bulmuş, evine götürmüş ve kendi çocuklarıyla bir arada büyütmüş. Paris
çobanlar arasıdan güzelliği yardımseverliğiyle dikkati çekermiş, sürülerine çok
iyi baktığı için, ona koruyucu anlamına gelen Aleksandros adını takmışlar,
dağda önce Oinone adlı bir nympha ile sevişmiş. Evlenmişler, ama mutlulukları
uzun sürmemiş.
OİNONE
Oinone İda dağının nymphalarından biridir. Paris ile
evlenir. Paris güzellik yarışmasında yargıç olarak çağrıldığında onu
vazgeçirmeye çalışır ama başaramaz; ancak bir gün yaralanırsa onu gelip
bulmasını söyler. Apollon’un kendisine verdiği şifalı otlar vardır. Paris Troya
savaşının sonlarında Philoktetes’in attığı bir okla yaralanınca Oinone’nin bu
sözünü hatırlar, ona haber gönderir, ama nympha yardıma gelmez. Paris ölünce
Oinone pişman olup canına kıyar.
(Nympha: Aslında başı örtülü, yani gelin anlamına
gelen nympha kırlarda, sularda, ormanlarda yaşayan doğal ve tanrısal
varlıkların dişi olanlarına verilen addır. Homeros’a göre nympha’lar Zeus’un
kızlarıdır.)
ANKHİSES
Troya kral soyundan olan Asarakos’un oğlu Ankhises
Tanrıça Aphrodite ile sevişmiş ve Aineias’ın babası olmuştur. Homerik denilen
övgülerden Aphrodite’e ayrılmış olanı, bu sevişmeyi en ince ayrıntılarına dek
anlatır: Tanrıça Ankhises’i İda yamaçlarında sığırlarını otlatırken görür,
delikanlının güzelliğine vurulur ve dağa iner. Övgüde “canavarların anası, bin
pınarlı İda” diye tanımlanan İda dağına Aphrodite’in inişi, peşinde vahşi
hayvanlar sürükleyen ana tanrıçanın gelişine benzetilmiş, tanrıçanın büyüsüne
kapılan hayvanların ormanlarda, fundalıklarda sevişmesi gösterilmiştir. Tanrıça
Phrygia’lı bir genç kız kılığına girer de öyle görünür Ankhises’e. Troyalı
prens arzu ile yanıp tutuşarak tanrıçaya yaklaşır. sevişmelerinin sonunda
gülümser tanrıça, sevgilisine şöyle seslenir:
Senin bir oğlun doğacak,
Troya’lılara kral olacaktır o
ve çocuklarına çocuklar doğacaktır
sonsuzluğa dek!
Tanrıça doğuracağı oğlanı büyütmek için nympha’lara
vereceğini, onu beş yaşında babasına tanıtacağını ve çocuğun kimin olduğu
sorulursa sakın Aphrodite’in oğlu olduğunu bildirmemesini, yoksa Zeus’un
yıldırımına çarpılacağını söyler ve Ankhises’i bırakıp gider.
Bir efsaneye göre Ankhises tanrıçanın sözünü tutmaz,
fazlaca içtiği bir gün Aphrodite ile sevişmiş olmakla övünür ve çarpılır. Bunun
sonucunda topal kaldığı, Troya’dan kaçarken Aineias’ın onu sırtına almasının
nedeninin bu olduğu anlatılır.
0
Artemis,Roma'daki adı Diana, Zeus ile Leto’nun kızı.
Phoebe olarak da bilinir. Apollon’un ikiz kız kardeşi, vahşi doğa tanrıçası.
Kardeşinden bir gün önce doğup Apollon’un doğumu sırasında annesine yardım
etmiştir. Annesinin çektiği acıyı gören Artemis evlenmemeye ve bakire kalmaya
yemin etmiştir.Fakat rivayete göre Nenflerden oluşan hizmetçileriyle ormanda
avlandığı bir gün karşısına çıkan Orion'a aşık olmuştur ve onunla evlenmek
istemiştir. Kardeşini kıskanan Apollon, bir gün Orion denizde yüzerken kıyıdan
uzaklaşıp, kafasının bir nokta gibi göründüğü anda Artemis'i çağırıp o noktaya
kadar ok atıp atamayacağını sormuş, Artemis oku fırlatmış ve bilmeden sevdiği
adamı öldürmüştür. Bu olaydan sonra ışığını kaybeden Artemis babası Zeus'tan
Orion'u bir takımyıldızı olarak gökyüzüne çıkarmasını istemiş, Zeus da kızının
bu isteğini yerine getirmiştir.
0
Yunan mitolojisinde Herakles (Ηρακλής), Roma
Mitolojisi'nde Herkül, Zeus ile Miken kralının kızı Alkmene'nin oğludur. Kadına
aşık olan Zeus ona kocası kılığında yaklaşmıştır. Herakles'in Zeus'un çocuğu
olduğunu anlayan Hera onunla sürekli uğraşmış ve ölümüne neden olmuştur.
Herakles doğduğu günden itibaren tanrısal bir kuvvete sahiptir. Hera'nın
gönderdiği iki büyük yılanı öldürdüğünde henüz birkaç günlük bebektir. Herakles
üstün bir eğitim görmüştür. En iyi yaptığı işler ok atmak, araba kullanmak ve
güreşmektir. 18 yaşına geldiği zaman Kitharion ormanlarında yaşayan ünlü
canavarı öldürmüştür. Kendisine ödül olarak Thebai kralının kızı Megara
verilmiştir. Bu kızdan üç oğlu olmuştur. Hera işe karışarak Herakles'i
çıldırtmış, Herakles'te karısını ve çocuklarını öldürmüştür. Suçlarından
arınması için Miken kralının hizmetine girip, onun her istediğini yapması
gerekmiştir. Kralın Herakles'e yaptırdığı 12 işe mitolojide Herakles'in 12
görevi ve ya işleri denir.
12 İş Bu 12 iş şunlardır:
Nemean Aslanı'nı öldürüp, derisini yüzmek
Lerna gölündeki Hydra'yı öldürmek
Artemis'in kutsal hayvanlarından Kyreneia Geyiğini
yakalamak
Erymanthian dağında yaşayan büyük yaban domuzunu ağla
tutmak
Augias'ın ahırlarını bir günde temizlemek (iki büyük
ırmağın yataklarını değiştirip ahırlardan geçirerek)
Stymphalos'da yaşayan ve o bölgedeki insanların
rahatını kaçıran kuşları Athena'nın yardımıyla kovmak
Girit'e gidip Poseidon'un Minos'a verdiği azgın Girit
Boğası'nı getirmek
Troya kralı Diomedes'in insan eti yiyen kısraklarını
yakalamak,bunun için önce Diomedes'i öldürmüştür.
Amazonlar kraliçesi Hippolyta'dan kemerini almak.
Kemeri almak için kraliçe ile anlaşmış, ancak Hera'nın kışkırtmasıyla Amazonlar,
Herakles'e saldırmış, Herakles de kraliçeyi öldürmek zorunda kalmıştır.
Okeanos'un bir adasında bulunan 3 gövdeli dev
Geryoneus'un sığırlarını çalmak,
Hesperidler'in altın elmalarını getirmek. Elmaları
almak için altın elma ağacını koruyan kızları ve daha da önemlisi onların
ejderini geçmesi gerekiyordu. bunun için Herakles altın elmaların koruyucusu
olan kızların babası Atlas'a gider ama o da biraz kurnaz davranarak Herakles'le
bir anlaşma yapar.
Hades'in ölüler ülkesini koruyan Kerberos adlı köpeği
yeryüzüne çıkarmak (Kerberos'u daha sonra geri götürdü).
Yunan mitolojisinde, Hades'in yönettiği, ölülerin
bulunduğu yeraltının kapısında bekçilik yapan üç başlı köpek (Hesiode'a göre
50, Horace'a göre ise 100 başı vardı). Kuyruğu bir yılan olan ve sırtında
sayısız yılanbaşı bulunan , ısırıkları zehirli bu köpek Herakles'ün 12 görevi
arasında yer alır. Kerberos Yunanca 'çukur (çok derinlerdeki, şeytani çukur)
iblisi' demektir. Yarı kadın yarı yılan Ekhidna ile dev Typhon'un oğlu olan
Kerberos'un kardeşi Orthros 'tur. Dev zincirlerle bağlı olan bu köpeğin görevi
yer altına giren ölülerin tekrar yeryüzüne çıkmalarını önlemektir. Sadece üç
kere yenilmiştir:
Son görevi Kerberos'u yakalamak olan Herakles
tarafından yakalanarak.,
Müzik yeteneğini kullanan Orpheus tarafından
uyutularak,
Lethe ırmağındaki su yardımıyla Hermes tarafından
uyutularak,
Roma mitolojisinde, ilaçlı keklerle Aineias tarafından
uyutularak,
Yine bir Roma masalında, ilaçlı keklerle Psykhe
tarafından uyutularak.
Kerberos özellikle kapıların, eşiklerin ve sınırların
bekçisi olmanın arketipi olmuştur. Orta Çağdan günümüze kurgu yapıtlarda sıkça
bu özelliğiyle yer almıştır (Dante'nin İlahi Komedya'sında ve Fluffy olarak J.
K. Rowling'in Harry Potter ve Felsefe Taşı adlı kitabında.) Ayrıca günümüzde
güvenlik ve savaş alanında da kullanılmaktadır (MIT tarafından geliştirilen
Kerberos protokolü gibi.)
Herkül'ün onikinci ve son görevi, Hades'in krallığını
yaptığı ölüler diyarının bekçi köpeği olan Kerberos'u Atina'ya
getirmekti.Görevi aldıktan sonra, diğer tarafa geçmek için Eleusis'tan yardım
ve bilgi alan Herkül, Tanareum bölgesinde ölüler diyarına geçiş yapabileceği
girişi bulur. Athena ve Hermes'in yardımı ile girişten geçen ve Charon'u da
yine Hermes'in yardımı ile geride bırakan Herkül Kerberos ararken, Ölüler
diyarında Hades tarafından zincirlenen Thesus'u sihirli kelepçelerinden güç de
olsa kurtarır.
Herkül'ün Kerberos'u yakalarken yapılmış
tasviri,Sebald Beham 1540Hades ve Persephone'nin karşısına çıkıp durumunu
anlatan Herkül, onların onayını alarak Kerberos'u geri getirmek üzere izin
alır. Kerberos'un karşısına çıkıp, güreşte onu yenmeyi başaran Herkül,
Kerberos'u yeraltı dünyasından çıkararak Atina'ya; Eurystheus'un karşısına
çıkarır. Korkudan nereye saklanacağını bilemeyen Eurystheus, yakınında bulunan
büyük bir amfora'nın içerisine saklanır. Herkül'ün Kerberos'u yeryüzüne
çıkardıktan sonra,etrafa saçılan zehirli salyasından dünya üzerindeki ilk
zehirli bitkiler oluşmuş ve buradan yayılarak diğer ülke ve topraklarda da
yetişmeye başlamıştır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder