Kokusunu Bilmediğim Yabancı |
|
|
 |
 |
|
"Söz" diyorsun bana Ama her seferinde cayan sen oluyorsun Biliyorsun gönlümdeki kavganın anlamını Hem aldatıyor hem gülüyorsun. Kokusunu bilmediğim yabancı
Sana böyle dediğim zaman alındın ben yabancı mıyım diye. Yabancılığım seni tanımadığımdan değil. Kokunu bilmiyorum ben. İnsanların duyguları kokularından anlasılırmıs. Gözünde ki ışıltı, yüzünün her mimiğinin anlamını bakarak bilsem de, benim için kokun önemli. Ilk “İnsanların duyguları kokusundan anlaşılırı” okuduğumda anlamamıştım kokunun bende önemini. Gecen sene ise benim için herşeyin kokusunun önemli olduğunu arkadaşımın koku duyusu olmadığını bilmeden, ben elime ne alsam koklayıp, ona koklattığımda anladım. O zaman anladım kokuların hayatımında ki yerini. Gögsünde uyuyup kokunla uyanmadıktan sonra ben ne yapayım, kuş tüyü yatakları, mis gibi parfüm kokularını. Hayallerime bile ambargo koymadın mı? Her şeyi her kuralı sen belirlemedin mi? Allah tan hayallerim bana kaldı. Bari onlara dokunma. Yaşayayım hayalimde seni, ben nasıl istiyorsam öyle hayal etmeliyim kokunu. Kimi zaman tenimi kavurmalı ateş gibi, kimi zaman yakmalı genzimi gözlerimden yaş getirircesine. Hep bana soruyorsun, içimdeki yangınları, hesaplaşmaları ya sen? Senin içinde ki kavgaları pişmanlıkları ben ne zaman çözeceğim. Sen gizemli bir bilmece değil misin? Ya senin kırk odalı konağında neler var? Kimde o odaların anahtarı? Üniversite yıllarımda Ankara’da Maltepe pazarının orada bir park vardı. Koç yurdunun üstünde, insanların köpeklerini gezdirdiği, kimsenin kimseyi umursamadığı, yemyeşil bir park. Huzuru orda bulurdum. Alırdım kitaplarımı akşama kadar o parkta ders çalışırdım. Çalışmak bahane olurdu orada aklım onda insanlarda olurdu. O öğretmişti bana o parkı. Ankara’ nın tadını o parkta çıkarmayı. Onsuzda yaşanılacağını ama onunla bir başka yaşanılacağını. Kırkıncı odayı o yollamıştı bana. Garip bir doğum günü hediyesi idi postayla gelen. Okuduğum an hayatımın ne çok gizli yönü olduğunu ne kadar farklı hayatlar yaşadığımı fark etmiştim. Belki bunu anlatmak için yollamıştı bana. İçimde kopan fırtınaları sezmişti belki o zaman. Kokusu burnumdan hiç gitmemişti. Elim eline değmemişti o zamana kadar. Kokusunu hep uzaktan aldım. Omuzunda film izlerdim sırf kokunu duyayım diye. Hep sinemaya bu yüzden hiç yanlız gidemem. Hep derlerdi arkadaşlarım çok yakışıyorsunuz birbirinize onunla çıksanıza diye, olmaz derdim o en iyi arkadaşım onunla çıkılmaz evlenilir. Son sınıfta bir anda evlenme teklif etmisti. Hiç beklemediğim bir anda. Hiç düşünmeden kabul etmiştim. Hiç kimse karşı durmaz engel olmaz diyordum. İlk yalan ondan gelmişti. Hiç evlenmeyeceğim, yapamam geçmişim bırakmıyor deyip çekip gitmişti. 2 ay sonra kardeşinin öldüğünü duyduğum akşam aramıştım evini, hiç tanımadığım birisi açtı telefonu. Düğünü olduğunu herkesin salonda olduğunu, kardeşinin kırkı çıktığında annesinin yakın bir akrabası ile o gece evlendiğini öğrendim. Bırakmayan geçmişi miydi ailesi miydi. Bunca yıllık dostluğu yıkmamış mıydı beni un ufak etmemiş miydi. O günden sonra her yıl bir gece onla görüştüm. Senede bir gün buluştuk tıpkı filmlerdeki gibi. Yemek yedik, sohbet ettik bir yılı konustuk. Taaa çocukluk aşkımdı. En başta o yaralamıştı yalanlarla kandırmıştı. Ondan sonra hep yalanlara inandim. Bir seferinde buluşup oturmuştuk Ankarada. Saat tam on ikide kalkarken çıkmıştı sahneye uzun saçlarından yüzünü göremediğim o çocuk. Bir şarkı başladı Bir alevdin içimde yakıp da kavuran Yağmur oldun gözümde hiç durmadan yağan filizlenmiş yüreğimi açmadan solduran can dostum, yüreğim yanlış anladın fikrimin ince gülü yanlış anladın merhaba bile demeden sarılıp bir öpmeden kırdın yüreğimi yanlış anladın FİKRİMİN İNCE GÜLÜ YANLIŞ ANLADIN..... bir anda çivilendik ikimizde, bir şarkı bir bardak derken sabah 4’ te Ankara sokaklarında yürüyorduk kol kola. Yaz başı olmasına karşın serin bir hava kendimize getirmedi bizi. Oğuz BORAN ın sesimi, şarkı mı içtiklerimi mii o’mu mi başımı döndürmüştü. Sabahı en iyi şekilde karşılamak lazımdı. İlk önce Dikmen vadisinde yürümek, Atakulenin orada çorba içmek. Atatürk Orman çiftliğinde portakal suyu. Sabah olmasın, senede bir gün olsa da yaşadıklarımız bitmesin diye uğrasdık. Ama ne olursa olsun gecenin sonu sabah gecenin sonu bir senelik ayrılıktı. Ondan sonra hep yalanlara inandim. Belkide inanmak istedim. Doğru olan kokusunu bildiklerimden yemiştim hep darbeleri. Kokusunu bilmediğim yabancı sen yalansız gelecek misin bana bir gün? Diyorum ya bazen sana yalandan olsa da söyle bana, yalan olduğunu bile bile inanayım. Sakın ben istemeden yalanlar sokma aramıza. Bir tek sen kaldın temiz onu da kirletme. Yıllar önce bir şiir dinlemiştik annemle. O ağlamıştı ben kızmıştım. O şiiri anlamak için Onu kaybetmem lazımmış, büyümek anlamak için. Allaha emanet ol. |
|
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder